15 Kasım 2013 Cuma

KÜÇÜK EV



Bloğumun ismi her ne kadar “Körfez ve Ayvalık” olarak belirtilmişse de, uzun yıllardan beri Güneyde, Adana’da yaşamam nedeniyle, oradaki yaşamımdan da zaman zaman bazı anımsamalarımı sizlerle paylaşmak isterim. Ayvalık’a gelişim henüz 4. yılında, ama Adana da ki yaşantım 40 yılın üzerinde. Görüldüğü gibi hayatımın önemli bir bölümünü Adana ve civarında geçirdim.
Yaşamımı renklendiren ögelerden biride Taşucu – Aydıncık arasında Sipahili köyü Karatepe mevkinde deniz kenarında yaptığım evdir. Karatepe denizden dik kayalarla 20 – 30 metre kadar yükselen 15 – 20 hanelik ve seracılık yapan bir yerleşim yeridir. Bu kayalardan denize ulaşmak pek mümkün değildir. Ama genellikle yol ile deniz arasındaki dar şeride yapılan evlerdeki manzara inanılmazdır. Buralarda hayat 1960 yılından sonra yavaş yavaş başlamıştır. Bu nedenle hiçbir konut ve arsanın tapu kaydı yoktu. Son iki yılda B2 tanımlamasına giren köy, tapu olayını gerçekleştirmiştir.
Mesleğim ve birazda merakım nedeniyle Adana – Antalya arasını 1970 yılından beri yılda birkaç defa motokaravan ile dolaşırdım. Bu nedenle köyü yakından biliyor ve her seferinde köyde mola vererek hayranlıkla doğayı izlerdim. Nasıl oldu bilemiyorum, 1990’lı yılların başında birden bire mümkünse burada deniz kenarında kayaların üzerinde bir yer alma arzusu duydum ve köylüler ile temasa geçerek burun sayılabilecek bir yerde, üzerinde ayakta durulamayacak kadar dik bir arsayı satın aldım. Detaya girmeden önce sizleri deniz, kaya, rüzgar, güneş ve yağmurun dans ettiği doğa harikası bir yerde yaptığım 30 metrekarelik evimle tanıştırmak isterim.


Evin ismi “KÜÇÜK EV” olarak, görmemesine rağmen fotoğraf ve bizlerin anlatmaları üzerine İzmir'de oturan rahmetli kayınvalidem tarafından konuldu ve bizlerinde çok hoşuna gittiği için bizler ve dostlar tarafından bu isimle yıllarca anıldı. Başlangıçta aşağıdaki resimde park eden arabanın arkasına yapılan gölgeliğe karavan yerleştirilerek bu yerin kullanımı başladı ve evin olduğu yere de bir depo için inşaatı başlatıldı.

Fakat depo yapılan yerin manzarası bir harika idi. Bu yerin güney ve batı cepheleri denize çok yakındı. Bunun üzerine inşaat planları değiştirilerek, bir oda, mutfak ve banyodan oluşan 30 metrekarelik bir ev inşa edildi. Karavan da yıllarca gelen misafirlerimize konuk evi olarak hizmet etti. Çok dik ve tamamen kaya olan bu arazi köyden taş işini iyi bilen ustalarla teraslar haline getirildikten sonra inşaatlar başladı. Ben uzun süren bu teraslama süresince 1989 yılında satın aldığım motokaravanımın içinde yaşadım. Antalya – Mersin asfaltına komşu olan araziye giriş ve terasların bulunduğu alana ulaşmak için öncelikle beton bir yol yapıldı.

Evin güneye bakan kısmına üzeri kapalı genişçe bir balkon ve üzerinede seyyar minderleri olan bir divan yapıldı. Genellikle yemekler bu alanda yenir ve ayni zamanda harika manzarası ile bir dinlence yeri olarak kullanılırdı. Evin batı cephesi inşaata müsait olmadığı için demir borular üzerinde oldukça geniş, deniz üzerinde, ama 30 metre yüksekte ağaç bir balkon yapıldı ve ön balkon ile binanın tek yaşam alanı olan odaya genişçe yapılandırılmış iki kapı ile bağlandı. Öğleden sonralar gölge olan bu alanda genellikle yer minderleri kullanılırdı. Hala eşimle orada içilen biraların tadını unutmuş değiliz.

Araba ile karavanın bulunduğu terasa kadar gelinir ve oradan son derece otantik bir merdiven ile evin ön balkonuna ulaşılırdı. Evin su ihtiyacı için köyün oldukça üzerinden geçen sera sulama kanalından su almak ve sürekliliği sağlamak için bir havuz yapıldı ve oradan demir borularla eve su getirildi. Sonradan birçok köylü evine bu hattan su aldı ve kullandı. Ayrıca köy olduğu için elektrik ve o zamanlar çok önemli olan telefon hizmetlerinden kolayca faydalanıldı. Evin önü yani güneyi ve batısında bulunan araziye küçük teraslar yapılarak her tarafı taşlarla kaplandı.Taş bahçelerin detayı aşağıdaki resimlerde görülmektedir. Bu nedenle minder elimizde, arazinin her yerinde oturmak, okumak, uyumak, gevezelik etmek veya bir şeyler içmek mümkündü ve bu da bize ve gelen misafirlere büyük zevk veriyordu.

Yukarıda değindiğim gibi Arazi denizden kayalarla hemen yükseliyordu, bu nedenle köyün denize ulaşımı yoktu. Fakat doğa bana bu arazide bir şans verdi Aşağıdaki resimde dikkatlice bakıldığında görüleceği gibi denize bir merdiven başlangıcı vardır. Benim arsanın 2 – 3 metre altında kayanın içinde doğal olarak oluşmuş bir girinti ufak rötuşlarlarla aşağıda denize kadar ulaşıyordu. Önce ağaç bir merdiven ile bu kaya oluşumuna

iniliyor ve orada yaptığımız taş kaplamalar, bizlere iniş için kolaylık sağlıyordu. Ayrıca sağ tarafa bir demir korkuluk yapılarak merdivenin emniyeti de sağlanmış oldu. Deniz bize burada hiçbir yerde bulamayacağımız güzellikler sunuyordu. Deniz kenarına inişte geniş düz bir kaya platformuna ulaşılıyor ve buradan 3 – 4 metre derinlikte olan denize atlanıyordu. Denizden çıkış ise ayrı bir güzellik sunuyordu. Hiçbir şekilde tutunacağınız veya basabileceğiniz bir yer olmadığı için çıkışta denizin yardımını almak zorunda idiniz. Durgun havalarda dahi denizde ölü dalgalar vardı. İşte bu dalgalar sizi biraz kıvraklık ile kayaların üzerine kucaklayarak bırakıyordu. Genellikle kayanın üzerine oturduktan sonra denizde kalan ayaklarınız oradan ayrılmamak için sizi bir süre daha bu güzellikten ayrılmanızı engelliyordu
Küçük ev bize on yıl kadar yuva oldu. Hatta birçok yılbaşımızı biz küçük evde geçirmeyi alışkanlık haline getirmiştik. Kışın ufak bir gaz sobası ile evin her tarafını ısıtmak mümkündü. Zaten güneş doğduktan sonra bu yörelerde tüm günü dışarıda kuytu yerlerde geçirmek mümkündü.

İlk yıllarda sabahları erken kalktığımda beni selamlayan bir dostum vardı. Bu oldukça iri bir Akdeniz foku idi. Her sabah evin önünden geçen fokla uzun süre birbirimizi izlerdik. Ama ne yazık ki dostumu birkaç yıl sonra göremez oldum. Sonradan, fok balıkçı ağlarına zarar verdiği düşüncesiyle balıkçılar tarafından öldürüldüğünü öğrendik. Bu vesileyle sizlerle bir düşüncemi paylaşmak isterim. Tahminen 1960 lı yıllarda ben Edremit Güre iskelesinde o zamanlar faal olan sahildeki zeytinyağı fabrikasının iskelesinde de fokların güneşlendiğini ve akşamları bu iskelede kaldıklarını defalarca gördüm. Bugün bu yörelerde yaşayan insanların yarım asır önce buralarda fok dahil çok zengin bir doğa hayatının olduğunu bildiklerinde şüpheliyim. Ne oldu bizlere de, biz bu dünyada bu kadar egoist ve diğer canlıların olan haklarını düşünmeden hayatımızı idame ettirebileceğimiz rutinini yaşamağa başladık. Burada rutin yerine düşünce diyecektim, ama bizlerin artık çevre konusunda düşünce yetimizi kaybettiğine inanıyorum.

Akdeniz Ege’ye göre rüzgar bakımından daha dingindir. Ama bazen lodosla gelen bulutlar rüzgarı, yağmuru ve şimşekleri beraberinde getirir. Lodos açık deniz olan bu kıyıları devasa dalgaları ile dövmeye başlar. Başlangıçta böyle havalarda az da olsa tedirgin olmaya başladık. Çünkü ev değil ama balkonlarımız deniz ile iç içe idi. Kıyıdaki dik kayalara vuran dalgalar hem kükrer ve hem de kayalarda titreşimler yaratırdı. Özellikle kış gecelerinde bazen seni uykundan alır ve bizlere genellikle güzelliklerini sunan denizin, isterse ne kadar acımasız olabileceğini göstermek isterdi. Gündüzleri böyle havalarda dalgaların taş duvarlarda kırılması sonucu çıkan görüntü, saygı ile seyredilecek güzellikler sunardı.
Geceleri yağmurlu havalarda açıklarda ortaya çıkan şimşekler geniş açı içinde size sürekli görüntü sunar ve şimşeklerinde ne kadar geniş alanlarda olabileceğini hayretle izlerdik. Doğa gecenin zifiri karanlığı içinde şimşekleri ile dans ediyordu.
Ayrıca enderde olsa, çok kuru havalarda Kıbrıs adasını tüm detayları ile çok yakında görme olanağı da vardı.
Ben bir hayal insanıyım. Gerek özel ve gerekse çalışma hayatım boyunca hep hayallerimin peşinden koştum. Sizlere anlattığım küçük evin dışında, Adana’dan bin kilometre uzakta Bababurnu’nda da buna benzer evlerim oldu. Belki bir gün sizlere onları da anlatma olanağı bulurum. Bu beni hayatım boyunca çok mutlu etti. Hala hayallerimden vazgeçmiş değilim. Zannederim bundan en fazla şikayetçi olan eşim. Çünkü o bana istemese de tüm bu olaylarda yardımcı oldu ve arkamda durdu. Ayrıca bazı çılgın hayallerimin peşinde koşmamam için de fren görevi yaptı.
Daha sonraları Büyükeceli köyü sahilinde (Nükleer santralin yapıldığı yer) Çukurova Üniversitesi mensupları bir kOoperatif kurarak, 84 evlik bir site inşaatına başladılar. Birçok arkadaşımızın olduğu bu siteye bizlerde ortak olarak bir ev sahibi olduk. Özden Küçük Evde yalnızlık çektiği için bu siteye taşınmak zorunda kaldık. Ben yıllarca Küçük ev ile ilgilendim. Artık onun bakımı bana da yük olmaya başlayınca, Diyarbakır Üniversitesinden bir hocaya sattım. Küçük Ev ailemiz içinde unutulmayan unsurlarda biri olarak hala hatıralarımızı süslemektedir.
x

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder