9 Ocak 2015 Cuma

BEN AYVALIK


Assos ve Truva’ya komşu olan ve sizlerin günümüzde Ayvalık olarak bildiğiniz Kuzey Ege’nin en güzel coğrafik yapısına sahip olan BEN, bu yazıyı kaleme alanın tanımladığı gibi şuh bir kadınım. Blog sahibinden izin alarak, biraz kendimden bahsetmek ve sizlerle dertleşmek istedim. Biliyor musunuz, son bir asırdır mübadil olarak gelen ve içimde barındırdığım, onlara vatan olduğum bu topluluk tarafından çok iyi tanındığımdan şüpheliyim. Son yıllarda benim cazibeme kapılıp gelen köylü vatandaşlarım da beni ben yapan kültür yapımın yabancısı olduklarından, beni kendi yaşamlarına adapte etmek istemektedirler. İnsanoğlunun ne yazık ki benim geçmişim ile ilgili 24 asırlık sürenin ilk 23 asrında, 22 Adaya sahip bu eşiz coğrafyada antik çağlardan beri daima bu yöreye uyum sağlamış, vatanım demiş, gelişmesi için çok büyük uğraş ve emekler vermiş Kuzey Ege insanları, üzülerek söylemek zorundayım ki, maalesef artık beni terk ettiler. Daha 24 asır önce bu coğrafyada 4 önemli şehir bulunmaktaydı. Maalesef bugün bu 4 şehirden, sizlerin Cunda dediği Nesos ile Ayvalık dediğiniz Kydonia şehirleri varlıklarını günümüze kadar sürdürebildiler. 14. Asırdan itibaren Akdeniz çanağında kültürü, yaşamı, ticareti ve akademik yaşamı ile önemli merkezlerden olan ben, sizlerinde takdir edeceği gibi günümüzde bu özelliklerimin hemen hemen hepsini yitirdim. Bugün slogan olarak kullanılan “Ayvalık’ta yaşamak bir ayrıcalıktır”  söylemi bana göre gerçeği ifadeden çok uzaktır. Evet, bir asır önce Ayvalık Kuzey Ege’nin Toscana vadisi idim. Hatta bazıları tarih içinde Ayvalık, doğunun Boston’u olarak ifade etmişlerdir. Çünkü daha Osmanlı imparatorluğu zamanında, şehrimde İngiltere, İtalya, Avusturya-Macaristan, Fransa ve Norveç konsoloslukları bulunmaktaydı. 1803 yılında Ayvalık Akademisi kuruldu. Burada felsefe, filoloji, mantık, fizik, matematik dersleri verilmekteydi. Çok güçlü ihracat ve ithalat yapan bir liman şehriydim. Bütün bunlar Çeşme açıklarında Rus donanması tarafından gemisi zarar gören ve kara yoluyla İstanbul’a dönen ve daha sonra sadrazam olan Cezayirli Hasan paşanın, bu yolculuk esnasında Ayvalık’lı papaz İkonomou ile tanışması ve gelişen dostlukları sonucu şehre 1773 yılında verilen bir otonomi -özerklik- fermanı sayesinde gerçekleşmiştir.


Lütfen düşünün, bugün içimde barınan sizler beni ne kadar tanıyorsunuz ve bana ne katkıda bulundunuz. Benim asırlardır övündüğüm mimarimi, ticaretimi, akademik yaşamımı ve bana can veren ve antik çağlardan beri benim ayrılmaz parçam olan zeytin ve sabunumu dahi unutturdunuz. 1803 Yılında kurulan Akademime karşın son yıllarda açtığınız yalnızca bir yüksek okuldur. Varlıklarımdan yararlandınız, kazandığınızın ufak bir parçasını dahi benim gelişmem ve bakımım için harcamadınız. İyi kazananlar İstanbul ve İzmir’i kendilerine mesken edindiler ve beni unuttular. Benim hala bugünkü konjüktür içinde dahi büyük potansiyele sahip ögelerim var. Coğrafyam o kadar zengin ki, her bir yörem hala benim bilinen 24 asırlık ömrümden izler taşımaktadır. Ama bu izleri ortaya koyacak hiçbir bilimsel çalışma dahi yapılmamaktadır. Beni tanımak için hala benim gerçek sevenlerim olan ve bugün zorunluluk olarak göç eden kişi ve bunların kurduğu ve yaşattığı kurum ve kuruluşlarından yardım talep edilmektedir. Asırlar boyu beni vatanı bilen bu kişilerin akademik kuruluşları beni unutmadılar, benim adıma faaliyetlerini devam ettirmektedirler.
Lütfen Merkezde kıyı boyu mevcut mimariye ve iç denizin en nadide kesimi olan ve Belediyenin de içinde bulunduğu kıyı boyunun kullanım şekline bakınız. Sahilde son asırlarda zeytinimi işlemek ve ticaretini yapmak için mevcut fabrikaların içler acısı halleri ve bunların arasında bir zevksizlik örneği olan çok katlı binaların, mimarisi ile öğünmem gereken bu eşsiz şehre verdiği görsel kirliliği düşünün. Kıyıda Asya çizgilerinin egemen olduğu zevksiz günübirlik turist dolaştıran teknelerin sahili duvar gibi kapamaları ayrı bir garabet konusudur. Sanki şehir içi sahillerimde bu işe uygun yer yokmuş gibi, tur otobüslerinin bile giremediği şehir merkezim, bu teknelerin hoyrat ve bana zarar veren hâkimiyeti altındadır. Gerek tur otobüslerinin kolayca misafirlerini indirebilecekleri ve bu teknelerin bağlanabileceği birçok sahilim mevcuttur. Ama nedense bu husus için bir adım dahi atılmamaktadır. Bu teknelerin şehir merkezinden uzaklaşması ile günümüzde her yıl trafiği artan yelkenli ve motoryatların bu sahile bağlamaları bir görsel şölen yanında, şehir yönetimine de maddi kaynak sağlayacaktır. Ben merkez kıyılarımda kıyı kahveleri yanında önümü duvar gibi kapatan zevksiz yığınlar yerine, zarif direk ve hatları olan yelkenlileri veya değişik zevkli çizgilere sahip motoryatları barındırmak isterim. Bunlar benim istek ve dileklerim. Ama yukarıda çekinerek söylediğim, içimde son bir asırdır yaşayan topluluğun beni çok iyi tanımadıkları ifadem doğru ise daha bir süre beklemek zorunda kalacağımda ayrı bir gerçektir.
Bu serzenişlerimde sizlere haksızlık yapmıyorum değil mi? Son yıllarda karşı komşum Midilli’ye gidenlerin sayısı oldukça arttı. Benim adalarımdan 10 km uzaktaki, mahallem sayılabilecek ada görüldükten sonra hemen hemen herkesin duygusal tepkisi oradaki sosyal ve kültürel yaşam ve yapının neden bizde de olmadığıdır. Benim tepkim şu şekilde olmuştu. Komşumuz ada halkı kedi ve köpekleri sevmemekte, henüz pet su şişe ve plastik poşeti keşfetmediği, motosiklet denen araçtan bihaber oldukları şeklindeydi. Midilli limanı eski günlerinin ihtişamı ve temizliğini hala yaşamaktadır. Liman içindeki deniz tabanında ne bir ambalaj atığı ne de başka bir kirleticiyi görmek olanaksızdı. Ayvalık şehir içi sahilleri, balıkçıların tekne bağladıkları yer ve denizi, tüm sahil boyunca deniz tabanına alıcı gözle lütfen bir bakın. Oradaki görüntü, bugün yaşam kültürümüzün bir aynasıdır. Deniz kenarında banklara oturarak çekirdek çıtlatmak ve tüm çöpü çok normalmiş gibi orada bırakmak sizin kültürünüzün bir parçasıdır. Yaşadığımız çağda sokağa hiç çekinmeden tükürmek günlük alışkanlıklarımızdandır. Örnekleri çok daha artırabilirim.
Gelin sizi birazda asırlık ağaçların bulunduğu ve genellikle bizlerden önceki Ayvalık’ların yetiştirdiği zeytinliklere götüreyim. Osmanlı zamanında tesis edilen bu zeytinliklere ulaşımı, hasat ve mahsulün fabrikalara ulaşımını kolaylaştırmak için asırlar öncesinden başlayan taş yol yapımı mübadele ile sona ermiş ve mevcutlarında bakımı yapılamadığı için artık bu kolaylık bugün için yok olmuştur. Bu nedenle zeytinlikler arasında ulaşım günümüzde dört çeker araçlarla bile zor yapılmaktadır. Mübadeleden önce hemen hemen tüm zeytinliklerimde küçük taş bir bina, yanında ahırı, bahçesinde asma, incir, armut gibi meyve ağaçları bulunurdu. Mutlaka yakınında veya içinde su ihtiyacını karşılayacak bir kuyu ve çok yerde de sürekli akan bir çeşme mevcuttu. Peki, bu tabloya birde bugün bakalım. Size tanıtmağa çalıştığım yapıların hemen hemen hiçbiri ayakta değildir. Siz bunları son 90 yıl içinde yerle yeksan ettiniz. Niçin mi, çünkü bu yapılarda define aradık, tümünü dinamitlediniz. Bugün bu taş binalar ve ahırlardan artık hiçbiri ayakta değildir. Daha önce asırlar boyu içimde yaşayan insanların yarattıkları taş yol ve binalar artık yok. Ayni tablo şehrimin içindeki yapılar içinde geçerlidir. Acaba bu yıkım ve bana uymayan yaşam şeklinden kurtulacak bir yol var mı? Aklıma tüm dünyada bugün çok aktif olan turizm gelmektedir. Yalnız eğer bugünkü hemşerilerim bu işi kotarmağa kalkarlarsa, Körfezde geri dönüşümü olmayan bir yok oluşu simgeleyen Ören, Akçay ve Altınoluk geleceğim ve mahvım olur. Kurtuluşumu şehrin tümden turizme açılmasında görmekteyim. Bunu da ancak büyük bir ulusal veya uluslar arası yatırım firması sağlayabilir. Benim eski yapıma kavuşmam bugünkü hoyrat yaşam şeklinden kurtuluşum, ancak bu yolla olabilir. Nitekim bu şekilde tüm şehrin tek elden turizme kazandırılması, birçok Avrupa ülkelerinde bugüne kadar başarıyla yapılan bir uygulamadır.
Zeytinliklerimin ıslahı ise belirli büyüklükteki zeytinliklerin koşullu olarak imara açılmasıdır. Birçoğu artık pek ekonomik olmadığı için bakımdan uzak bu zeytinliklere verilecek inşaat izni, beni tekrar asırlar önceki yapıma kavuşturacaktır. Bu inşaatlar tek katlı ve belirli alanı geçmeyecek büyüklükte planlandığında, zeytinliklere zarar vermeyeceği gibi, bu tesislerin bugüne göre çok daha iyi bakımları yapılacak ve yöre halkına da büyük bir iş potansiyeli sağlanmış olacaktır. Zaten elektrik, yol ve su gibi bazı altyapılar Altınova’dan zeytinliklerin sulanması için yapılan yatırımlar ile gerçekleştirilmektedir. Bu da Ayvalık olarak benim hayalim.
Daha birçok şeyi sizlerle dertleşmek isterdim. Ancak Ayvalık’ta yani bende yaşamı benimsemiş ve beni koruyan ve gelişmem için uğraş veren, projeler üreten dostlarımı daha fazla üzmek istemem.  Ben bu makale ile birazda olsa sorunlarımı sizlerle paylaşmak, beni eski güzel günlerime ulaştırmak isteyen dostlarıma ipuçları verebilmek için üzüntü ve hayallerimi sizlerle paylaştım.

Lütfen beni ziyaret ediniz ve beni anlattığım çerçeve içinde görmeğe ve değerlendirmeğe çalışınız. Benim sizlere sunabileceğim çok sıra dışı özelliklerim olduğunu da sakın unutmayınız. Ben 24 asrın birikimi ile sizleri kucaklamağa hazırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder