Assos ve Truva’ya komşu olan ve sizlerin günümüzde
Ayvalık olarak bildiğiniz Kuzey Ege’nin en güzel coğrafik yapısına sahip olan BEN,
bu yazıyı kaleme alanın tanımladığı gibi şuh bir kadınım. Blog sahibinden izin
alarak, biraz kendimden bahsetmek ve sizlerle dertleşmek istedim. Biliyor
musunuz, son bir asırdır mübadil olarak gelen ve içimde barındırdığım, onlara
vatan olduğum bu topluluk tarafından çok iyi tanındığımdan şüpheliyim. Son
yıllarda benim cazibeme kapılıp gelen köylü vatandaşlarım da beni ben yapan
kültür yapımın yabancısı olduklarından, beni kendi yaşamlarına adapte etmek
istemektedirler. İnsanoğlunun ne yazık ki benim geçmişim ile ilgili 24 asırlık
sürenin ilk 23 asrında, 22 Adaya sahip bu eşiz coğrafyada antik çağlardan beri
daima bu yöreye uyum sağlamış, vatanım demiş, gelişmesi için çok büyük uğraş ve
emekler vermiş Kuzey Ege insanları, üzülerek söylemek zorundayım ki, maalesef
artık beni terk ettiler. Daha 24 asır
önce bu coğrafyada 4 önemli şehir bulunmaktaydı. Maalesef bugün bu 4 şehirden,
sizlerin Cunda dediği Nesos ile Ayvalık dediğiniz Kydonia şehirleri
varlıklarını günümüze kadar sürdürebildiler. 14. Asırdan itibaren Akdeniz
çanağında kültürü, yaşamı, ticareti ve akademik yaşamı ile önemli merkezlerden
olan ben, sizlerinde takdir edeceği gibi günümüzde bu özelliklerimin hemen
hemen hepsini yitirdim. Bugün slogan olarak kullanılan “Ayvalık’ta yaşamak bir
ayrıcalıktır” söylemi bana göre gerçeği
ifadeden çok uzaktır. Evet, bir asır önce Ayvalık Kuzey Ege’nin Toscana vadisi
idim. Hatta bazıları tarih içinde Ayvalık, doğunun Boston’u olarak ifade
etmişlerdir. Çünkü daha Osmanlı imparatorluğu
zamanında, şehrimde İngiltere, İtalya, Avusturya-Macaristan, Fransa ve Norveç
konsoloslukları bulunmaktaydı. 1803 yılında Ayvalık Akademisi kuruldu. Burada
felsefe, filoloji, mantık, fizik, matematik dersleri verilmekteydi. Çok güçlü
ihracat ve ithalat yapan bir liman şehriydim. Bütün bunlar Çeşme açıklarında
Rus donanması tarafından gemisi zarar gören ve kara yoluyla İstanbul’a dönen ve
daha sonra sadrazam olan Cezayirli Hasan paşanın, bu yolculuk esnasında
Ayvalık’lı papaz İkonomou ile tanışması ve gelişen dostlukları sonucu şehre
1773 yılında verilen bir otonomi -özerklik- fermanı sayesinde gerçekleşmiştir.
Lütfen düşünün, bugün içimde barınan sizler beni ne
kadar tanıyorsunuz ve bana ne katkıda bulundunuz. Benim asırlardır övündüğüm
mimarimi, ticaretimi, akademik yaşamımı ve bana can veren ve antik çağlardan
beri benim ayrılmaz parçam olan zeytin ve sabunumu dahi unutturdunuz. 1803 Yılında
kurulan Akademime karşın son yıllarda açtığınız yalnızca bir yüksek okuldur. Varlıklarımdan
yararlandınız, kazandığınızın ufak bir parçasını dahi benim gelişmem ve bakımım
için harcamadınız. İyi kazananlar İstanbul ve İzmir’i kendilerine mesken
edindiler ve beni unuttular. Benim hala bugünkü konjüktür içinde dahi büyük
potansiyele sahip ögelerim var. Coğrafyam o kadar zengin ki, her bir yörem hala
benim bilinen 24 asırlık ömrümden izler taşımaktadır. Ama bu izleri ortaya
koyacak hiçbir bilimsel çalışma dahi yapılmamaktadır. Beni tanımak için hala
benim gerçek sevenlerim olan ve bugün zorunluluk olarak göç eden kişi ve
bunların kurduğu ve yaşattığı kurum ve kuruluşlarından yardım talep
edilmektedir. Asırlar boyu beni vatanı bilen bu kişilerin akademik kuruluşları
beni unutmadılar, benim adıma faaliyetlerini devam ettirmektedirler.
Lütfen Merkezde kıyı boyu mevcut mimariye ve iç
denizin en nadide kesimi olan ve Belediyenin de içinde bulunduğu kıyı boyunun
kullanım şekline bakınız. Sahilde son asırlarda zeytinimi işlemek ve ticaretini
yapmak için mevcut fabrikaların içler acısı halleri ve bunların arasında bir
zevksizlik örneği olan çok katlı binaların, mimarisi ile öğünmem gereken bu eşsiz
şehre verdiği görsel kirliliği düşünün. Kıyıda Asya çizgilerinin egemen olduğu
zevksiz günübirlik turist dolaştıran teknelerin sahili duvar gibi kapamaları
ayrı bir garabet konusudur. Sanki şehir içi sahillerimde bu işe uygun yer
yokmuş gibi, tur otobüslerinin bile giremediği şehir merkezim, bu teknelerin
hoyrat ve bana zarar veren hâkimiyeti altındadır. Gerek tur otobüslerinin
kolayca misafirlerini indirebilecekleri ve bu teknelerin bağlanabileceği birçok
sahilim mevcuttur. Ama nedense bu husus için bir adım dahi atılmamaktadır. Bu
teknelerin şehir merkezinden uzaklaşması ile günümüzde her yıl trafiği artan yelkenli
ve motoryatların bu sahile bağlamaları bir görsel şölen yanında, şehir
yönetimine de maddi kaynak sağlayacaktır. Ben merkez kıyılarımda kıyı kahveleri
yanında önümü duvar gibi kapatan zevksiz yığınlar yerine, zarif direk ve
hatları olan yelkenlileri veya değişik zevkli çizgilere sahip motoryatları
barındırmak isterim. Bunlar benim istek ve dileklerim. Ama yukarıda çekinerek
söylediğim, içimde son bir asırdır yaşayan topluluğun beni çok iyi
tanımadıkları ifadem doğru ise daha bir süre beklemek zorunda kalacağımda ayrı
bir gerçektir.
Bu serzenişlerimde sizlere haksızlık yapmıyorum değil
mi? Son yıllarda karşı komşum Midilli’ye gidenlerin sayısı oldukça arttı. Benim
adalarımdan 10 km
uzaktaki, mahallem sayılabilecek ada görüldükten sonra hemen hemen herkesin
duygusal tepkisi oradaki sosyal ve kültürel yaşam ve yapının neden bizde de
olmadığıdır. Benim tepkim şu şekilde olmuştu. Komşumuz ada halkı kedi ve
köpekleri sevmemekte, henüz pet su şişe ve plastik poşeti keşfetmediği, motosiklet
denen araçtan bihaber oldukları şeklindeydi. Midilli limanı eski günlerinin
ihtişamı ve temizliğini hala yaşamaktadır. Liman içindeki deniz tabanında ne
bir ambalaj atığı ne de başka bir kirleticiyi görmek olanaksızdı. Ayvalık şehir
içi sahilleri, balıkçıların tekne bağladıkları yer ve denizi, tüm sahil boyunca
deniz tabanına alıcı gözle lütfen bir bakın. Oradaki görüntü, bugün yaşam
kültürümüzün bir aynasıdır. Deniz kenarında banklara oturarak çekirdek
çıtlatmak ve tüm çöpü çok normalmiş gibi orada bırakmak sizin kültürünüzün bir
parçasıdır. Yaşadığımız çağda sokağa hiç çekinmeden tükürmek günlük
alışkanlıklarımızdandır. Örnekleri çok daha artırabilirim.
Gelin sizi birazda asırlık ağaçların bulunduğu ve
genellikle bizlerden önceki Ayvalık’ların yetiştirdiği zeytinliklere götüreyim.
Osmanlı zamanında tesis edilen bu zeytinliklere ulaşımı, hasat ve mahsulün
fabrikalara ulaşımını kolaylaştırmak için asırlar öncesinden başlayan taş yol
yapımı mübadele ile sona ermiş ve mevcutlarında bakımı yapılamadığı için artık
bu kolaylık bugün için yok olmuştur. Bu nedenle zeytinlikler arasında ulaşım
günümüzde dört çeker araçlarla bile zor yapılmaktadır. Mübadeleden önce hemen
hemen tüm zeytinliklerimde küçük taş bir bina, yanında ahırı, bahçesinde asma,
incir, armut gibi meyve ağaçları bulunurdu. Mutlaka yakınında veya içinde su
ihtiyacını karşılayacak bir kuyu ve çok yerde de sürekli akan bir çeşme
mevcuttu. Peki, bu tabloya birde bugün bakalım. Size tanıtmağa çalıştığım
yapıların hemen hemen hiçbiri ayakta değildir. Siz bunları son 90 yıl içinde
yerle yeksan ettiniz. Niçin mi, çünkü bu yapılarda define aradık, tümünü
dinamitlediniz. Bugün bu taş binalar ve ahırlardan artık hiçbiri ayakta
değildir. Daha önce asırlar boyu içimde yaşayan insanların yarattıkları taş yol
ve binalar artık yok. Ayni tablo şehrimin içindeki yapılar içinde geçerlidir.
Acaba bu yıkım ve bana uymayan yaşam şeklinden kurtulacak bir yol var mı?
Aklıma tüm dünyada bugün çok aktif olan turizm gelmektedir. Yalnız eğer bugünkü
hemşerilerim bu işi kotarmağa kalkarlarsa, Körfezde geri dönüşümü olmayan bir
yok oluşu simgeleyen Ören, Akçay ve Altınoluk geleceğim ve mahvım olur. Kurtuluşumu
şehrin tümden turizme açılmasında görmekteyim. Bunu da ancak büyük bir ulusal
veya uluslar arası yatırım firması sağlayabilir. Benim eski yapıma kavuşmam
bugünkü hoyrat yaşam şeklinden kurtuluşum, ancak bu yolla olabilir. Nitekim bu
şekilde tüm şehrin tek elden turizme kazandırılması, birçok Avrupa ülkelerinde
bugüne kadar başarıyla yapılan bir uygulamadır.
Zeytinliklerimin ıslahı ise belirli büyüklükteki
zeytinliklerin koşullu olarak imara açılmasıdır. Birçoğu artık pek ekonomik
olmadığı için bakımdan uzak bu zeytinliklere verilecek inşaat izni, beni tekrar
asırlar önceki yapıma kavuşturacaktır. Bu inşaatlar tek katlı ve belirli alanı
geçmeyecek büyüklükte planlandığında, zeytinliklere zarar vermeyeceği gibi, bu
tesislerin bugüne göre çok daha iyi bakımları yapılacak ve yöre halkına da
büyük bir iş potansiyeli sağlanmış olacaktır. Zaten elektrik, yol ve su gibi
bazı altyapılar Altınova’dan zeytinliklerin sulanması için yapılan yatırımlar
ile gerçekleştirilmektedir. Bu da Ayvalık olarak benim hayalim.
Daha birçok şeyi sizlerle dertleşmek isterdim. Ancak
Ayvalık’ta yani bende yaşamı benimsemiş ve beni koruyan ve gelişmem için uğraş
veren, projeler üreten dostlarımı daha fazla üzmek istemem. Ben bu makale ile birazda olsa sorunlarımı
sizlerle paylaşmak, beni eski güzel günlerime ulaştırmak isteyen dostlarıma ipuçları
verebilmek için üzüntü ve hayallerimi sizlerle paylaştım.
Lütfen beni ziyaret ediniz ve beni anlattığım çerçeve
içinde görmeğe ve değerlendirmeğe çalışınız. Benim sizlere sunabileceğim çok
sıra dışı özelliklerim olduğunu da sakın unutmayınız. Ben 24 asrın birikimi ile
sizleri kucaklamağa hazırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder