15 Kasım 2013 Cuma

KÜÇÜK EV



Bloğumun ismi her ne kadar “Körfez ve Ayvalık” olarak belirtilmişse de, uzun yıllardan beri Güneyde, Adana’da yaşamam nedeniyle, oradaki yaşamımdan da zaman zaman bazı anımsamalarımı sizlerle paylaşmak isterim. Ayvalık’a gelişim henüz 4. yılında, ama Adana da ki yaşantım 40 yılın üzerinde. Görüldüğü gibi hayatımın önemli bir bölümünü Adana ve civarında geçirdim.
Yaşamımı renklendiren ögelerden biride Taşucu – Aydıncık arasında Sipahili köyü Karatepe mevkinde deniz kenarında yaptığım evdir. Karatepe denizden dik kayalarla 20 – 30 metre kadar yükselen 15 – 20 hanelik ve seracılık yapan bir yerleşim yeridir. Bu kayalardan denize ulaşmak pek mümkün değildir. Ama genellikle yol ile deniz arasındaki dar şeride yapılan evlerdeki manzara inanılmazdır. Buralarda hayat 1960 yılından sonra yavaş yavaş başlamıştır. Bu nedenle hiçbir konut ve arsanın tapu kaydı yoktu. Son iki yılda B2 tanımlamasına giren köy, tapu olayını gerçekleştirmiştir.
Mesleğim ve birazda merakım nedeniyle Adana – Antalya arasını 1970 yılından beri yılda birkaç defa motokaravan ile dolaşırdım. Bu nedenle köyü yakından biliyor ve her seferinde köyde mola vererek hayranlıkla doğayı izlerdim. Nasıl oldu bilemiyorum, 1990’lı yılların başında birden bire mümkünse burada deniz kenarında kayaların üzerinde bir yer alma arzusu duydum ve köylüler ile temasa geçerek burun sayılabilecek bir yerde, üzerinde ayakta durulamayacak kadar dik bir arsayı satın aldım. Detaya girmeden önce sizleri deniz, kaya, rüzgar, güneş ve yağmurun dans ettiği doğa harikası bir yerde yaptığım 30 metrekarelik evimle tanıştırmak isterim.


Evin ismi “KÜÇÜK EV” olarak, görmemesine rağmen fotoğraf ve bizlerin anlatmaları üzerine İzmir'de oturan rahmetli kayınvalidem tarafından konuldu ve bizlerinde çok hoşuna gittiği için bizler ve dostlar tarafından bu isimle yıllarca anıldı. Başlangıçta aşağıdaki resimde park eden arabanın arkasına yapılan gölgeliğe karavan yerleştirilerek bu yerin kullanımı başladı ve evin olduğu yere de bir depo için inşaatı başlatıldı.

Fakat depo yapılan yerin manzarası bir harika idi. Bu yerin güney ve batı cepheleri denize çok yakındı. Bunun üzerine inşaat planları değiştirilerek, bir oda, mutfak ve banyodan oluşan 30 metrekarelik bir ev inşa edildi. Karavan da yıllarca gelen misafirlerimize konuk evi olarak hizmet etti. Çok dik ve tamamen kaya olan bu arazi köyden taş işini iyi bilen ustalarla teraslar haline getirildikten sonra inşaatlar başladı. Ben uzun süren bu teraslama süresince 1989 yılında satın aldığım motokaravanımın içinde yaşadım. Antalya – Mersin asfaltına komşu olan araziye giriş ve terasların bulunduğu alana ulaşmak için öncelikle beton bir yol yapıldı.

Evin güneye bakan kısmına üzeri kapalı genişçe bir balkon ve üzerinede seyyar minderleri olan bir divan yapıldı. Genellikle yemekler bu alanda yenir ve ayni zamanda harika manzarası ile bir dinlence yeri olarak kullanılırdı. Evin batı cephesi inşaata müsait olmadığı için demir borular üzerinde oldukça geniş, deniz üzerinde, ama 30 metre yüksekte ağaç bir balkon yapıldı ve ön balkon ile binanın tek yaşam alanı olan odaya genişçe yapılandırılmış iki kapı ile bağlandı. Öğleden sonralar gölge olan bu alanda genellikle yer minderleri kullanılırdı. Hala eşimle orada içilen biraların tadını unutmuş değiliz.

Araba ile karavanın bulunduğu terasa kadar gelinir ve oradan son derece otantik bir merdiven ile evin ön balkonuna ulaşılırdı. Evin su ihtiyacı için köyün oldukça üzerinden geçen sera sulama kanalından su almak ve sürekliliği sağlamak için bir havuz yapıldı ve oradan demir borularla eve su getirildi. Sonradan birçok köylü evine bu hattan su aldı ve kullandı. Ayrıca köy olduğu için elektrik ve o zamanlar çok önemli olan telefon hizmetlerinden kolayca faydalanıldı. Evin önü yani güneyi ve batısında bulunan araziye küçük teraslar yapılarak her tarafı taşlarla kaplandı.Taş bahçelerin detayı aşağıdaki resimlerde görülmektedir. Bu nedenle minder elimizde, arazinin her yerinde oturmak, okumak, uyumak, gevezelik etmek veya bir şeyler içmek mümkündü ve bu da bize ve gelen misafirlere büyük zevk veriyordu.

Yukarıda değindiğim gibi Arazi denizden kayalarla hemen yükseliyordu, bu nedenle köyün denize ulaşımı yoktu. Fakat doğa bana bu arazide bir şans verdi Aşağıdaki resimde dikkatlice bakıldığında görüleceği gibi denize bir merdiven başlangıcı vardır. Benim arsanın 2 – 3 metre altında kayanın içinde doğal olarak oluşmuş bir girinti ufak rötuşlarlarla aşağıda denize kadar ulaşıyordu. Önce ağaç bir merdiven ile bu kaya oluşumuna

iniliyor ve orada yaptığımız taş kaplamalar, bizlere iniş için kolaylık sağlıyordu. Ayrıca sağ tarafa bir demir korkuluk yapılarak merdivenin emniyeti de sağlanmış oldu. Deniz bize burada hiçbir yerde bulamayacağımız güzellikler sunuyordu. Deniz kenarına inişte geniş düz bir kaya platformuna ulaşılıyor ve buradan 3 – 4 metre derinlikte olan denize atlanıyordu. Denizden çıkış ise ayrı bir güzellik sunuyordu. Hiçbir şekilde tutunacağınız veya basabileceğiniz bir yer olmadığı için çıkışta denizin yardımını almak zorunda idiniz. Durgun havalarda dahi denizde ölü dalgalar vardı. İşte bu dalgalar sizi biraz kıvraklık ile kayaların üzerine kucaklayarak bırakıyordu. Genellikle kayanın üzerine oturduktan sonra denizde kalan ayaklarınız oradan ayrılmamak için sizi bir süre daha bu güzellikten ayrılmanızı engelliyordu
Küçük ev bize on yıl kadar yuva oldu. Hatta birçok yılbaşımızı biz küçük evde geçirmeyi alışkanlık haline getirmiştik. Kışın ufak bir gaz sobası ile evin her tarafını ısıtmak mümkündü. Zaten güneş doğduktan sonra bu yörelerde tüm günü dışarıda kuytu yerlerde geçirmek mümkündü.

İlk yıllarda sabahları erken kalktığımda beni selamlayan bir dostum vardı. Bu oldukça iri bir Akdeniz foku idi. Her sabah evin önünden geçen fokla uzun süre birbirimizi izlerdik. Ama ne yazık ki dostumu birkaç yıl sonra göremez oldum. Sonradan, fok balıkçı ağlarına zarar verdiği düşüncesiyle balıkçılar tarafından öldürüldüğünü öğrendik. Bu vesileyle sizlerle bir düşüncemi paylaşmak isterim. Tahminen 1960 lı yıllarda ben Edremit Güre iskelesinde o zamanlar faal olan sahildeki zeytinyağı fabrikasının iskelesinde de fokların güneşlendiğini ve akşamları bu iskelede kaldıklarını defalarca gördüm. Bugün bu yörelerde yaşayan insanların yarım asır önce buralarda fok dahil çok zengin bir doğa hayatının olduğunu bildiklerinde şüpheliyim. Ne oldu bizlere de, biz bu dünyada bu kadar egoist ve diğer canlıların olan haklarını düşünmeden hayatımızı idame ettirebileceğimiz rutinini yaşamağa başladık. Burada rutin yerine düşünce diyecektim, ama bizlerin artık çevre konusunda düşünce yetimizi kaybettiğine inanıyorum.

Akdeniz Ege’ye göre rüzgar bakımından daha dingindir. Ama bazen lodosla gelen bulutlar rüzgarı, yağmuru ve şimşekleri beraberinde getirir. Lodos açık deniz olan bu kıyıları devasa dalgaları ile dövmeye başlar. Başlangıçta böyle havalarda az da olsa tedirgin olmaya başladık. Çünkü ev değil ama balkonlarımız deniz ile iç içe idi. Kıyıdaki dik kayalara vuran dalgalar hem kükrer ve hem de kayalarda titreşimler yaratırdı. Özellikle kış gecelerinde bazen seni uykundan alır ve bizlere genellikle güzelliklerini sunan denizin, isterse ne kadar acımasız olabileceğini göstermek isterdi. Gündüzleri böyle havalarda dalgaların taş duvarlarda kırılması sonucu çıkan görüntü, saygı ile seyredilecek güzellikler sunardı.
Geceleri yağmurlu havalarda açıklarda ortaya çıkan şimşekler geniş açı içinde size sürekli görüntü sunar ve şimşeklerinde ne kadar geniş alanlarda olabileceğini hayretle izlerdik. Doğa gecenin zifiri karanlığı içinde şimşekleri ile dans ediyordu.
Ayrıca enderde olsa, çok kuru havalarda Kıbrıs adasını tüm detayları ile çok yakında görme olanağı da vardı.
Ben bir hayal insanıyım. Gerek özel ve gerekse çalışma hayatım boyunca hep hayallerimin peşinden koştum. Sizlere anlattığım küçük evin dışında, Adana’dan bin kilometre uzakta Bababurnu’nda da buna benzer evlerim oldu. Belki bir gün sizlere onları da anlatma olanağı bulurum. Bu beni hayatım boyunca çok mutlu etti. Hala hayallerimden vazgeçmiş değilim. Zannederim bundan en fazla şikayetçi olan eşim. Çünkü o bana istemese de tüm bu olaylarda yardımcı oldu ve arkamda durdu. Ayrıca bazı çılgın hayallerimin peşinde koşmamam için de fren görevi yaptı.
Daha sonraları Büyükeceli köyü sahilinde (Nükleer santralin yapıldığı yer) Çukurova Üniversitesi mensupları bir kOoperatif kurarak, 84 evlik bir site inşaatına başladılar. Birçok arkadaşımızın olduğu bu siteye bizlerde ortak olarak bir ev sahibi olduk. Özden Küçük Evde yalnızlık çektiği için bu siteye taşınmak zorunda kaldık. Ben yıllarca Küçük ev ile ilgilendim. Artık onun bakımı bana da yük olmaya başlayınca, Diyarbakır Üniversitesinden bir hocaya sattım. Küçük Ev ailemiz içinde unutulmayan unsurlarda biri olarak hala hatıralarımızı süslemektedir.
x

11 Kasım 2013 Pazartesi

AYVALIK RESİM VE KOLAJLARI

 Ayvalık'ı  temsil edebilecek resimlerin konuya yönelik kolajları ve değişik enstantaneler bu başlık altında verilecek ve yinelenecektir. 



AYVALIK ŞEHİR İÇİ RUM EVLERİ



AYVALIK'TAN ZEYTİNLER VE HASAT




AYVALIK  PAZAR YERİ



AYVALIK (CENNET TEPESİNDEN)



TORUNUMUN  AYVALIK FOTOĞRAF ÇALIŞMALARINDAN ÖRNEKLER


KEREMKÖY SAHİL







10 Kasım 2013 Pazar


AYVALIK’TA YAŞAM



Ayvalık insanı hayranlık içinde bırakacak çok değişik görüntüleri ile sürprizler hazırlamakta diğer körfez yerleşim birimlerinden daha beceriklidir. Körfezin her yöresinde dört mevsimi yaşayabilirsiniz, ama Ayvalık bu mevsimlerin tüm renklerini size sunmakta ve onu size yaşatmakta, diğer yerleşim birimlerinden daha isteklidir. İç körfezde sabahın uyanışı ve akşamın oluşumunda renk zenginliğinin insana dokunuşu, sizde yarattığı yaşam zenginliği, yaratana şükür duygusunu diğer yörelerde bu kadar zengin yaşamak pek mümkün değildir. Küçük şehrin sokak, pazar ve kahvelerinde yaşanan bire bir temas, birkaç merhabadan sonra kendini oranın bir parçası gibi hissetmek, özellikle günümüz büyük yerleşim yerlerinde unutulan veya yeni yetişen neslin yabancı olduğu sıcak duyguları içinde barındırmaktadır. Bana nerelisin diye sorulduğunda körfezli olmama rağmen hayatımın 40 yılını geçirdiğim Adana’ya ihanet etmeme duygusu ile söylediğim Adanalıyım ifadesi ön plana çıkmasına rağmen, insanoğlunun doğduğu toprakları içinde hissetmesi ve oralara yıllar sonra döndükten ve kimsenin seni tanımadığı bu yabancı yerlerde evde olama duygusunu hissetmeyi ben kendime açıklamakta yetersizim. Daha ileri giderek hiç görmediğimiz yalnız büyüklerimizden dinlediğimiz, dedelerimizin doğduğu ve hayatlarında tatlı ve acıyı yaşadıkları imparatorluk topraklarını hala vatanımızmış gibi hissetmeye ne demeli. Ama hayat hikâyeleri ve seyahat yazılarında okuduğum kadarıyla bu duygular yalnız bana ait değil. Bugün artık ayrı ulusların topraklarında yaşayan ve buralardan göçmüş insanların çocuk ve torunlarının hiç tanımadığı bu topraklara özlemi ayni duygular değil mi?
Ayvalık bu duyguların yoğun yaşandığı ülkemiz köşelerinden biridir. Mübadeleden önce ağırlıklı olarak Anadolu Rumlarının yaşadığı bu şehre, mübadele sonrası gelen adalı (Midilli adasından gelenlere verilen isim) ve Giritliler Ayvalık nüfusunu oluşturur. Bunun yanında azımsanmayacak ölçüde Yunanistan. Bulgaristan, Arnavut, Boşnak muhacirleri de bu güzel şehri paylaşmaktadır. Ayrıca tüm körfez yerleşim yerlerinde olduğu gibi önemli bir Romen nüfusta bu şehirde yaşamaktadır. Son yıllarda Ayvalık civarındaki köylerden büyük bir nüfusta şehre göç etmiştir. Böylece etnik bakımdan son derece zengin bir topluluk oluşmuştur.
Ayvalık’ taşındıktan sonra zaman zaman çok düşündüm. Acaba bu eski şehir için bir sıfat arasam ne derdim? Her zaman Ayvalık’ı feminen olarak düşündüm. Maskülen olarak onu düşünmek, bu şehre karşı hissettiklerim ile örtüşmüyordu. Örneğin Anadolu’da birçok ilin ismi söylendiğinde maskülen sıfat öne çıkarken, Ayvalık benim için bu düşünce kapsamı içinde farklı idi. Peki feminen olarak ne sıfat koymalıyım ki, onu hayal ettiğim şekilde tanımlayabileyim. Bence Ayvalık için bu sıfat şuh olmalıdır. Aynen çok havalı seksi bir kadın gibi. Her zaman dışa vurumlu, ama vakur. Yaklaşılması zor, ama onu seyretmek ve düşünmek bir ayrıcalık. Onu, bu şehirde yaşayarak solumak ve onu paylaşmak, insana inanılmaz bir haz duygusu vermektedir.  Neden böyle bir duyguya kapıldım, neden Ayvalık’ı birçok kişiden farklı algılamaktayım? Bunda Ayvalık’ta yaşadığım son üç yılda birçok değişik ve beni etkileyen olaylar ile göçmen atalara sahip olmam, bu duyguların gelişmesine neden olduğunu zannediyorum. Genellikle yazın uzun süreli esen poyraz sonrası, birden rüzgârın kesilmesi sonrası ortaya çıkan sessizlik ve dinginlik insanı inanılmaz etkilemektedir. İç denizin sihirli bir ayna gibi parlaması, sabahın ve akşamın oluşumunda kısa sürede yaşanan renk zenginliğini körfez dahil başka yörelerde görmek ve yaşamak pek mümkün değildir. Sabahın erken saatlerinde bu devasa sihirli aynada bu şuh kadın kendi güzelliğini seyretmekte ve en güzelinin kendisi olduğunu kâinata fısıldamaktadır. Ayvalık’ı bu duygular ile Çamlıktan seyretmek, ona aşık olmanın ve onunda içinde hissetmenin insana verdiği başka bir ayrıcalıktır.

Şehir, yaşam kültürü gelişmiş toplumlar tarafından kurulmuş ve kutsal kitaplara konu olan zeytin ile yaşamını birleştirerek inanılmaz güzellikler yaratmıştır. Denizin cömertliği ve doğanın bitkisel zenginliği buna eklenince tarih boyunca içinde yaşayanlar için hep mutluluk kaynağı olmuştur. Bugün İtalya’da Toscana vadisi olarak zengin yaşam kültürünün benzeri, eski yüzyıllarda, 20. yüzyıla kadar Ayvalık’ta oluşturulmuş ve yaşanmıştır. Ancak Osmanlı imparatorluğunun yıkımı, kurtuluş savaşının ülkemizdeki olumsuz etkileri, mübadele gibi büyük nüfus hareketleri ve daha sonraları, özellikle son yarım yüzyılda zeytinin ekonomik değerini yitirmesi ve en önemlisi Ayvalık’ı yaratanların bölgeden göçü, şehir ve bölgede hala onarılmayan yaralar yaratmıştır. Ayvalık şehir olarak son onyıllarda yazlık amaçlı iç göçten Ege’nin diğer yörelerine göre kendini korumuş ender yörelerden biridir. Örneğin Edremit yerli nüfusu % 15 civarında iken, bu oran Ayvalık’ta çok yüksektir. Körfezde Ören, Akçay, Güre iskelesi, Altınoluk gibi bölgeler yazlık yapımı ve tamamen yanlış planlama sonucu maalesef artık eski özelliklerini yitirmiş, yaz aylarında kapasiteleri üzerinde nüfusu barındıran bölgeler haline gelmiştir. Ayvalık şehrinin büyük ölçüde sit alanları ve zeytinliklere sahip olması onu büyük göçlerden korumuştur. Ayvalık şehri ve Cunda adası genellikle Rumlardan kalma taş evlerden oluşmaktadır. 

Son yıllarda Cunda adasındaki evler konut ve turizm amaçlı aslına uygun olarak restore edilerek korunmasına karşılık, Ayvalık şehri için bunu söylemek biraz güçtür. Ekonomik olarak fakir olan şehir nüfusu şehri oluşturan bu güzel taş evleri restore etmekte yetersiz kalmaktadır. Şehirde son yıllarda emekli göçü sonucu şehre gelen entel kitle tarafından restore edilen çok sayıda ev olmasına karşın, şehrin korunması için bunlar yetersiz kalmaktadır. Maalesef yerel yönetimlerinde bu açıdan herhangi bir aktivitelerinin olduğunu söylemek güçtür.
Ayvalık şehri tüm olarak ele alındığı ve restore edildiği takdirde Ege’nin en çok yerli ve yabancı turizm destinasyonlarından biri olacağına şüphe yoktur. Zengin Ege mutfağının temsilcisi olarak bölge yerleşim yerlerinin içinde, Ayvalık başta akla gelen ilçelerden biridir. Çağdaş yaşamı benimsemiş, ağırlıklı olarak Egeyi temsil eden ayvalık halkının turizm planlama ve uygulamalarında insan potansiyeli yönünden büyük zenginliğe sahiptir.
Turizm açısında şehir tüm olarak ele alındığı ve planlandığında asırlık mekânlardan oluşacak yerleşim yerleri kahve ve restoranların iç içe olacağı tüm şehrin trafiğe kapalı olacağı bir bütünlüğe kavuşacaktı Ülkemizde de olması istenen ve yavaş yavaş
oluşmağa başlayan dış mekânlardaki kahve ve restoranların bu doku içinde gelişmesi ve gittikçe artan turizme cevap vereceği gibi zengin deniz aktiviteleri ile de gelen misafirlerin şehirde daha uzun kalması sağlanabilecektir. Bugünkü şehir yönetimleri ile bunlara kavuşmak, hatta hayal bile etmek maalesef olanaksızdır.
Yukarıda Ayvalık yöresi için İtalya’daki Toscana vadisini örnek verdim ve Ayvalık için benim Toscana vadim tanımlamasını yaptım. Bilindiği gibi Ayvalık ve çevresi tamamen zeytinlikler ile çevrilmiş yemyeşil bir bölgedir. Bu yeşilliklerin içinde körfezde kesintisiz kilometrelerce yol gidilmektedir. Ayvalık zeytinliklerine bitişik doğuya doğru Kozak fıstık çamlıkları başlar ve Bergama şehrine kadar uzanır. Hala ülkemizin keşfedilmemiş ender güzelliklerinde biridir. Bu yöredeki köyler gerek ekoloji ve gerekse gastronomi bakımında oldukça zengin potansiyelleri içermektedir. Bu yöreler asırlardır çam fıstığı tarımı ile yöreye özgü üzüm çeşitlerinin sürdürülebilir tarımını yapmaktadır. Bu vesileyle önemli bir konuya açıklık getirmek isterim.  Ülkemizde ekolojik canlılığın devam ettiği nadir yörelerde biride körfezdir. Zeytin yetiştiriciliğinin hâkimiyeti ve genelde ekonomik açıdan ve birazda bilinçsizlik nedeniyle diğer tarım yöreleri gibi aşırı oranda agrokimyasallar (Yapay gübre ve tarımsal ilaçlar) kullanılmadığı için doğa dengesini muhafaza edebilmektedir. Bu yörelerde doğal yaşam domuzların hala yaygın bulunması, sincapların zeytin ağaçları arasında gezinmeleri, yılanların hala fare avında olduğu, kerkenez ve doğanların havada süzüldüğü, kısaca ülkemizin birçok yöresinde artık unutulan doğal yaşam buralarda sürekliliğini koruyabilmektedir. Küçük ünitelerde bahçıvan faaliyetlerinin devam ettiği ve bunların yerel pazarlarda satıldığı, günümüzde ekolojik diyebileceğimiz sebze ve meyvelere rahatlıkla ulaşıldığı ve tüketildiği bir yöredir Ayvalık. Hayvancılığında hala faal olduğu bu yörelerde hayvansal ürünlerinin, “acaba korkusu” olmadan yenebileceği yerlerden biridir Ayvalık. Mandıra faaliyetlerini zengin olduğu Kuzey Ege değişik süt ürünleri ile sizleri şaşırtacak, yaşı ileri olanlara nostalji yaşatabilecek zenginliğe sahiptir.
Zengin Balkan ve Ege adalarının yaşam kültürünü yaşatan Ayvalık size her köşesinde hala değişik taamları sunabilmektedir. Bir taraftan doğadan toplanan bitkiler ile yapılan etli ve zeytinyağlı yemekler, hemen yanında deniz ürünlerinden klasik balık yemekleri yanında midye ve denizkestanesi ile hazırlanmış atıştırmalıklar, kalamar ve ahtapot ile hazırlanmış değişik tadlar derken, uzak Balkanlarda Boşnakların hamur işleri ile yapacağı sürprizler birçok gezgini mutlu etmeğe yetmektedir.
Fırsat buldukça bu yöreyi anlatmak için Toscana örneğine döneceğim. İtalya’da Toscana vadisi olarak eski zamanlardan beri anılan yörede yerleşimler küçük birimler halindedir. Onlarda da zeytinyağı ve zeytinin yemek kültüründeki yeri oldukça önemlidir. Bunun yanında değişik peynirleri ve yöresel yemekleri tüm dünyanın ilgisini bu yöreye çekmektedir. Yukarıda da kısaca vurguladığım gibi Ayvalık yöresi de bu bakımdan İtalya’daki bu yöreyi anımsatmaktadır. Özellikle Osmanlı imparatorluğu sırasında Ayvalık Akdeniz çanağında kültür ve ticaret bakımından çok zengin şehirlerin başında gelmektedir. Evet, mübadele ile Osmanlı tabasının bu yöredeki halkı göç etmek zorunda kalmıştır. Ancak Osmanlı zamanında bu yörede gelişen hayat ve kültür bugün neden devam etmesin. Bir asırdan beri bu yörede yaşayan insanların kökeni de Ege ve Rumeli’dir. Artık ekonomik zorlukları aşmış Türkiye’nin bu yörede aslına uygun bir planlama ile eski zenginliği yaratması için herhangi bir zorluk kalmamıştır.
Mübadeleden önce bu zengin Anadolu topraklarında yaşayan insanların yaşam şekillerine bakıldığında şehirdeki zengin yaşam şekli yanında zeytinliklerinde yaşam sürecinde önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Ayvalık’ta tüm zeytinliklerden ulaşım için o zamanlarda yapılmış taş yollar mevcuttur. Her hava koşulunda bu zeytinliklerden hasat edilen ürünleri fabrikalara taşımak mümkündü. Ayrıca her zeytinlikte ailenin zeytin bakımı yaptığı aylarda kalabileceği basit taş bir bina ve yanında genellikle bir kuyusu ve asması ve damı bulunmaktaydı. Ancak Cumhuriyet döneminde yerli halkın göçü sonrası bu yörelere gelenler belki zeytin tarımını bilmemeleri nedeniyle bu kültürü ve bize miras kalan zeytinlik yaşamını yaşatamamışlardır. Hemen hemen Rumlardan kalan tüm zeytinlik yaşam birimleri define avı nedeniyle dinamitlenmiş ve yok edilmiştir. Ayrıca bir asır önce yapılan taş yolların çoğu bilinçsiz zeytinliklerde toprak işlemeleri sonucu yok olmuştur. Şimdi ulaşım araçları artmasına rağmen mahsulün fabrikalara getirilmesinde sıkıntılar yaşanmaktadır. Tüm bu olumsuzlukların yaşanmasında bölgeyi ve tarımı bilmeyen mülki erkânında katkısı olmuştur ve olmaktadır.
Bu olumsuzlukları gidermek ve bölgede Toscana gibi bir hayatı yaratmak, kısacası eskiyi yaşatmak ve zenginleşen Türkiye ‘nin doğaya dönüş özlemlerine fırsat sağlamak için zeytinlik alanlarının belirli bir planlama ile çiftlik yaşamı tarzında yerleşime açılmasında büyük yarar görüyorum. Vurguladığım gibi iyi bir planlama ile örneğin 30 da ve üzeri zeytinliklerde 150 veya 200 metrekare tek kat bina yapımına müsaade edilecek olursa, çiftlik özlemi çeken maddi olarak sıkıntısı olmayan birçok kişi bu olanağı Ayvalık gibi seçkin bir yörede yaşayabilecektir. Bu şekilde çiftlik kuracak birçok insan, bu tesislerde kendi çalışamayacağına göre hem tesisin bakımı ve hem de burada yapacağı yaşam birimlerinin hizmeti için iş gücüne gereksinme duyacaklardır. Böylece yöre insanına da büyük bir iş alanı açılacaktır. Ayrıca bu çiftliklerde zeytin ağaçları daha iyi ve tekniğine göre bakılacağından yıllık ürünün ikiye katlanacağında şüphe yoktur. Yerleşime açılacak yörelerde harap edilmiş ulaşım birimleri onarılacak ve eski yaşam bugünkü konsept içinde tekrar canlılık kazanacaktır. Ayrıca bu gibi yaşam tarzı genellikle maddi sorunları olmayan emeklilik yaşamını düşünen kitle içinde bulunmaz bir doğal yaşam imkânı sunabilecektir. Bu zeytinlik yaşamı geliştiğinde benim Ayvalıktaki Toscana vadi hayalimde gerçekleşmiş olacaktır.

Fotoğraf Sanatçısı Olma Yolunda İlerleyen Torunumun Ayvalık Fotoğrafları