Bloğumun ismi her ne kadar
“Körfez ve Ayvalık” olarak belirtilmişse de, uzun yıllardan beri Güneyde,
Adana’da yaşamam nedeniyle, oradaki yaşamımdan da zaman zaman bazı
anımsamalarımı sizlerle paylaşmak isterim. Ayvalık’a gelişim henüz 4. yılında,
ama Adana da ki yaşantım 40 yılın üzerinde. Görüldüğü gibi hayatımın önemli bir
bölümünü Adana ve civarında geçirdim.
Yaşamımı renklendiren ögelerden biride Taşucu – Aydıncık arasında Sipahili köyü Karatepe mevkinde deniz
kenarında yaptığım evdir. Karatepe denizden dik kayalarla 20 – 30 metre kadar yükselen 15
– 20 hanelik ve seracılık yapan bir yerleşim yeridir. Bu kayalardan denize
ulaşmak pek mümkün değildir. Ama genellikle yol ile deniz arasındaki dar şeride
yapılan evlerdeki manzara inanılmazdır. Buralarda hayat 1960 yılından sonra
yavaş yavaş başlamıştır. Bu nedenle hiçbir konut ve arsanın tapu kaydı yoktu.
Son iki yılda B2 tanımlamasına giren köy, tapu olayını gerçekleştirmiştir.
Mesleğim ve birazda merakım
nedeniyle Adana – Antalya arasını 1970 yılından beri yılda birkaç defa motokaravan ile dolaşırdım.
Bu nedenle köyü yakından biliyor ve her seferinde köyde mola vererek
hayranlıkla doğayı izlerdim. Nasıl oldu bilemiyorum, 1990’lı yılların başında
birden bire mümkünse burada deniz kenarında kayaların üzerinde bir yer alma
arzusu duydum ve köylüler ile temasa geçerek burun sayılabilecek bir yerde,
üzerinde ayakta durulamayacak kadar dik bir arsayı satın aldım. Detaya girmeden
önce sizleri deniz, kaya, rüzgar, güneş ve yağmurun dans ettiği doğa harikası bir yerde yaptığım 30 metrekarelik evimle tanıştırmak isterim.
Evin ismi “KÜÇÜK EV” olarak,
görmemesine rağmen fotoğraf ve bizlerin anlatmaları üzerine İzmir'de oturan rahmetli
kayınvalidem tarafından konuldu ve bizlerinde çok hoşuna gittiği için bizler ve
dostlar tarafından bu isimle yıllarca anıldı. Başlangıçta aşağıdaki resimde
park eden arabanın arkasına yapılan gölgeliğe karavan yerleştirilerek bu yerin
kullanımı başladı ve evin olduğu yere de bir depo için inşaatı başlatıldı.
Fakat depo yapılan yerin
manzarası bir harika idi. Bu yerin güney ve batı cepheleri denize çok yakındı.
Bunun üzerine inşaat planları değiştirilerek, bir oda, mutfak ve banyodan
oluşan 30 metrekarelik bir ev inşa edildi. Karavan da yıllarca gelen
misafirlerimize konuk evi olarak hizmet etti. Çok dik ve tamamen kaya olan bu
arazi köyden taş işini iyi bilen ustalarla teraslar haline getirildikten sonra
inşaatlar başladı. Ben uzun süren bu teraslama süresince 1989 yılında satın
aldığım motokaravanımın içinde yaşadım. Antalya – Mersin asfaltına komşu olan
araziye giriş ve terasların bulunduğu alana ulaşmak için öncelikle beton bir
yol yapıldı.
Evin güneye bakan kısmına üzeri
kapalı genişçe bir balkon ve üzerinede seyyar minderleri olan bir divan
yapıldı. Genellikle yemekler bu alanda yenir ve ayni zamanda harika manzarası
ile bir dinlence yeri olarak kullanılırdı. Evin batı cephesi inşaata müsait
olmadığı için demir borular üzerinde oldukça geniş, deniz üzerinde, ama 30 metre yüksekte ağaç bir
balkon yapıldı ve ön balkon ile binanın tek yaşam alanı olan odaya genişçe
yapılandırılmış iki kapı ile bağlandı. Öğleden sonralar gölge olan bu alanda
genellikle yer minderleri kullanılırdı. Hala eşimle orada içilen biraların
tadını unutmuş değiliz.
Araba ile karavanın bulunduğu
terasa kadar gelinir ve oradan son derece otantik bir merdiven ile evin ön
balkonuna ulaşılırdı. Evin su ihtiyacı için köyün oldukça üzerinden geçen sera
sulama kanalından su almak ve sürekliliği sağlamak için bir havuz yapıldı ve
oradan demir borularla eve su getirildi. Sonradan birçok köylü evine bu hattan
su aldı ve kullandı. Ayrıca köy olduğu için elektrik ve o zamanlar çok önemli
olan telefon hizmetlerinden kolayca faydalanıldı. Evin önü yani güneyi ve
batısında bulunan araziye küçük teraslar yapılarak her tarafı taşlarla
kaplandı.Taş bahçelerin detayı aşağıdaki resimlerde görülmektedir. Bu nedenle minder elimizde, arazinin her yerinde oturmak, okumak, uyumak,
gevezelik etmek veya bir şeyler içmek mümkündü ve bu da bize ve gelen misafirlere
büyük zevk veriyordu.
Yukarıda değindiğim gibi Arazi
denizden kayalarla hemen yükseliyordu, bu nedenle köyün denize ulaşımı yoktu.
Fakat doğa bana bu arazide bir şans verdi Aşağıdaki resimde dikkatlice
bakıldığında görüleceği gibi denize bir merdiven başlangıcı vardır. Benim
arsanın 2 – 3 metre
altında kayanın içinde doğal olarak oluşmuş bir girinti ufak rötuşlarlarla
aşağıda denize kadar ulaşıyordu. Önce ağaç bir merdiven ile bu kaya oluşumuna
iniliyor ve orada yaptığımız taş kaplamalar, bizlere iniş için kolaylık
sağlıyordu. Ayrıca sağ tarafa bir demir korkuluk yapılarak merdivenin emniyeti de sağlanmış oldu.
Deniz bize burada hiçbir yerde bulamayacağımız güzellikler sunuyordu. Deniz
kenarına inişte geniş düz bir kaya platformuna ulaşılıyor ve buradan 3 – 4 metre derinlikte olan
denize atlanıyordu. Denizden çıkış ise ayrı bir güzellik sunuyordu. Hiçbir
şekilde tutunacağınız veya basabileceğiniz bir yer olmadığı için çıkışta
denizin yardımını almak zorunda idiniz. Durgun havalarda dahi denizde ölü
dalgalar vardı. İşte bu dalgalar sizi biraz kıvraklık ile kayaların üzerine
kucaklayarak bırakıyordu. Genellikle kayanın üzerine oturduktan sonra denizde
kalan ayaklarınız oradan ayrılmamak için sizi bir süre daha bu güzellikten
ayrılmanızı engelliyordu
Küçük ev bize on yıl kadar yuva
oldu. Hatta birçok yılbaşımızı biz küçük evde geçirmeyi alışkanlık haline
getirmiştik. Kışın ufak bir gaz sobası ile evin her tarafını ısıtmak mümkündü.
Zaten güneş doğduktan sonra bu yörelerde tüm günü dışarıda kuytu yerlerde geçirmek
mümkündü.
İlk yıllarda sabahları erken
kalktığımda beni selamlayan bir dostum vardı. Bu oldukça iri bir Akdeniz foku
idi. Her sabah evin önünden geçen fokla uzun süre birbirimizi izlerdik. Ama ne
yazık ki dostumu birkaç yıl sonra göremez oldum. Sonradan, fok balıkçı ağlarına
zarar verdiği düşüncesiyle balıkçılar tarafından öldürüldüğünü öğrendik. Bu vesileyle sizlerle bir
düşüncemi paylaşmak isterim. Tahminen 1960 lı yıllarda ben Edremit Güre iskelesinde
o zamanlar faal olan sahildeki zeytinyağı fabrikasının iskelesinde de fokların
güneşlendiğini ve akşamları bu iskelede kaldıklarını defalarca gördüm. Bugün bu
yörelerde yaşayan insanların yarım asır önce buralarda fok dahil çok zengin bir
doğa hayatının olduğunu bildiklerinde şüpheliyim. Ne oldu bizlere de, biz bu
dünyada bu kadar egoist ve diğer canlıların olan haklarını düşünmeden
hayatımızı idame ettirebileceğimiz rutinini yaşamağa başladık. Burada rutin
yerine düşünce diyecektim, ama bizlerin artık çevre konusunda düşünce yetimizi
kaybettiğine inanıyorum.
Akdeniz Ege’ye göre rüzgar
bakımından daha dingindir. Ama bazen lodosla gelen bulutlar rüzgarı, yağmuru
ve şimşekleri beraberinde getirir. Lodos açık deniz olan bu kıyıları devasa
dalgaları ile dövmeye başlar. Başlangıçta böyle havalarda az da olsa tedirgin olmaya başladık. Çünkü ev değil ama balkonlarımız deniz ile iç içe idi.
Kıyıdaki dik kayalara vuran dalgalar hem kükrer ve hem de kayalarda titreşimler
yaratırdı. Özellikle kış gecelerinde bazen seni uykundan alır ve bizlere
genellikle güzelliklerini sunan denizin, isterse ne kadar acımasız
olabileceğini göstermek isterdi. Gündüzleri böyle havalarda dalgaların taş
duvarlarda kırılması sonucu çıkan görüntü, saygı ile seyredilecek güzellikler
sunardı.
Geceleri yağmurlu havalarda
açıklarda ortaya çıkan şimşekler geniş açı içinde size sürekli görüntü sunar ve
şimşeklerinde ne kadar geniş alanlarda olabileceğini hayretle izlerdik. Doğa
gecenin zifiri karanlığı içinde şimşekleri ile dans ediyordu.
Ayrıca enderde olsa, çok kuru
havalarda Kıbrıs adasını tüm detayları ile çok yakında görme olanağı da vardı.
Ben bir hayal insanıyım. Gerek
özel ve gerekse çalışma hayatım boyunca hep hayallerimin peşinden koştum.
Sizlere anlattığım küçük evin dışında, Adana’dan bin kilometre uzakta
Bababurnu’nda da buna benzer evlerim oldu. Belki bir gün sizlere onları da
anlatma olanağı bulurum. Bu beni hayatım boyunca çok mutlu etti. Hala
hayallerimden vazgeçmiş değilim. Zannederim bundan en fazla şikayetçi olan eşim.
Çünkü o bana istemese de tüm bu olaylarda yardımcı oldu ve arkamda durdu.
Ayrıca bazı çılgın hayallerimin peşinde koşmamam için de fren görevi yaptı.
Daha sonraları Büyükeceli köyü sahilinde (Nükleer santralin yapıldığı yer) Çukurova Üniversitesi mensupları bir kOoperatif kurarak, 84 evlik bir site inşaatına başladılar. Birçok arkadaşımızın olduğu bu siteye bizlerde ortak olarak bir ev sahibi olduk. Özden Küçük Evde yalnızlık çektiği için bu siteye taşınmak zorunda kaldık. Ben yıllarca Küçük ev ile ilgilendim. Artık onun bakımı bana da yük olmaya başlayınca, Diyarbakır Üniversitesinden bir hocaya sattım. Küçük Ev ailemiz içinde unutulmayan unsurlarda biri olarak hala hatıralarımızı süslemektedir.
Daha sonraları Büyükeceli köyü sahilinde (Nükleer santralin yapıldığı yer) Çukurova Üniversitesi mensupları bir kOoperatif kurarak, 84 evlik bir site inşaatına başladılar. Birçok arkadaşımızın olduğu bu siteye bizlerde ortak olarak bir ev sahibi olduk. Özden Küçük Evde yalnızlık çektiği için bu siteye taşınmak zorunda kaldık. Ben yıllarca Küçük ev ile ilgilendim. Artık onun bakımı bana da yük olmaya başlayınca, Diyarbakır Üniversitesinden bir hocaya sattım. Küçük Ev ailemiz içinde unutulmayan unsurlarda biri olarak hala hatıralarımızı süslemektedir.
x